The Bloodhound

Yönetmen Patrick Picard’ın senaryosunu yazıp yönettiği film, varlıklı bir aileden gelen Jean Paul Luret’in ( Joe Adler) tüm ailesi öldükten sonra ikiz kız kardeşiyle birlikte yaşadığı evdeki bunalımları konu alıyor. Ve film JP’nin sürekli olarak rüyasında gördüğü yüzü maskeli sularda sürünerek dolaşan bir adamın görüntüsü ile başlıyor. Aslında içlerinde huzursuzlukları ve yüzleşemedikleri korkunun bir metaforu olan bu görüntülerden sonra film başlıyor.

Luret ailesi, bütün aile üyelerinin sanatçı olduğu varlıklı bir ailedir. Fakat ailenin genlerinde o kadar yüklü paraya rağmen, süregelen bir depresyon vardır. Çoğu üyenin intihar ederek hayatını yitirdiği ailede JP ve kardeşi Vivian (Annalise Basso) evde hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadır. Ve JP çocukluk arkadaşı Francis’i (Liam Aiken) evine davet eder. O sırada zor durumda olan Francis de bu daveti kabul eder. Aynı eski dostlarıyla karşılaşacağını düşünen Francis’i çok garip olaylar bekliyordur.

Vivian kendisini odasına kilitlemiş kimse ile konuşmuyordur ve JP ise ondan çok daha iyi bir halde değildir. Bir anda kendini tımarhane gibi bir yerde bulan Francis ilk başta biraz ürkse de orada kalmaya devam eder. Birlikte akşam yemekleri yiyip, eski günlerde yaptıkları şeyleri yapan iki arkadaş her ne kadar durumlar garip olsa da birlikte oldukları için mutludurlar. Fakat JP hastadır ve tam olarak hastalığı bilinmiyordur bu nedenle sık sık nöbetler geçiriyordur. Aynı zamanda Vivian ile de vakit geçirmeye çalışan Francis’i, JP her seferinde durdurup onu uyarıyordur. Bakalım aynı evde yaşamaya çalışan arkadaşlar, sonunda iç huzurlarını bulabilecekler midir?

2020 yılında Amerika’da çekilen The Bloodhound , düşük bütçeli bir bağımsız bir gerilim filmidir. Tüyleri diken diken eden ve hayatı sorgulatan film, gizem ve gerilim türlerindedir.